İçeriğe atla

Acemi Ocağı

Vikipedi, özgür ansiklopedi
(Acemi Oğlanlar Ocağı sayfasından yönlendirildi)
Acemi Ocağı
Stratford Canning tarafından anonim bir Yunan sanatçıya çizdirilen 1800'lere ait bir "Devşirme ağası" minyatürü
Etkin1300'lerin ikinci yarısı-1826
Ülke Osmanlı İmparatorluğu
BağlılıkOsmanlı sultanı
SınıfıPiyade
Büyüklük3.000 (1300'ler)
7.745 (1568)
9.406 (1609)
4.372 (1670)
2.320 (1778)
KışlalarGelibolu ve İstanbul
Giysi rengiMavi
Komutanlar
KomutanYeniçeri ağası
Ocak komutanıİstanbul ağası

Acemi Ocağı ya da Acemi Oğlanlar Ocağı, Osmanlı İmparatorluğu'nda Enderûn için öğrencileri ve başta piyade kısmı olmak üzere Kapıkulu'nun ihtiyaç duyduğu askerleri yetiştirmek için kurulan ocaktır.

Padişah I. Murad saltanatında Hayreddin Paşa ile Molla Rüstem'in girişimleriyle Gelibolu'da kurulan Acemi Ocağı'na ilk asker alımı, "pençik" adı verilen yöntemle savaşlarda elde edilen her beş erkek esirden birinin satın alınmasıyla gerçekleşti. Bu yöntem yerini zamanla devşirme sistemine bıraktı. Bu sisteme göre 3 ila 5 senede bir Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyanlardan 8 ila 20 yaş arasındaki çocuklar devşirilmeye başlandı. Devşirilenler İstanbul'a getirilip Müslüman yapılır ve sünnet edilirdi. Bir kısmı Bostancı Ocağı ve Enderûn için ayrıldıktan sonra kalanlar 3 ila 5 yıl süreyle Türk ve İslam kaidelerini öğrenmeleri amacıyla Türk ailelerin yanına verilirdi. Buradaki görev sürelerini tamamlayanlar ulufe defterine kaydedilerek acemi oğlanı olmaya hak kazanırdı. Acemi Ocağına kaydedilen acemiler çeşitli hizmetlerde kullanılırdı. Ayrıca acemi oğlanlarının bir kısmı donanma için yetiştirilirdi. Genellikle her 7-8 yılda bir "kapıya çıkma" (kapuya çıkma), "çıkma" ya da "bedergâh" adı verilen yöntem ile en kıdemli acemiler Yeniçeri Ocağına kaydedilirdi. Bunun dışında yeni cülûs olduğunda da "büyük çıkma" ya da "umum çıkması" adı verilen bir yöntemle acemiler kapıya çıkardı. Ayrıca Kapıkulu askerlerinin çocukları da Acemi Ocağına kaydedilir ve 23 yaşına gelince kapıya çıkarılırdı.

İstanbul'un Fethi'nden sonra İstanbul'da Gelibolu'dakinden bağımsız bir Acemi Ocağı daha kuruldu. Bu ocağın en yetkilisi "İstanbul ağası" idi. Acemi Ocağının en yetkilisi Yeniçeri ağası olmasına rağmen, görev yükünün fazlalığı nedeniyle İstanbul ağası aynı zamanda Acemi Ocağı teşkilatının da en yetkili amiri konumundaydı. Ocağın idaresinden sırasıyla "kethüdâ", "aşçıbaşı" ve "çavuş" sorumluydu. Devşirilen acemilerin eğitimlerinden ve ocağa kaydedilmesinden sorumlu olan "Anadolu ağası" ile ondan daha düşük rütbede bulunan "Rumeli ağası" prosedürde İstanbul ağasından sonra gelseler de doğrudan ocak işleriyle ilgilenmezlerdi. Acemiler mavi renkli "dolama" adında bir elbise giyer ve sivri uçlu "serpuş" adı verilen bir başlık takardı. Acemilere her sene iki kat elbise verilirdi. Acemi Ocağı mensuplarına her üç ayda bir; 1, 2 ve 2.5 ve daha sonraları 7,5 akçeden oluşan "ulufe" adı altında bir maaş verilirdi. İlk zamanlar acemi sayısı 3.000 iken bu rakam 16. yüzyılın sonlarına doğru da Bostancılarla birlikte 8.000 ila 9.000'e, 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra 4.102'ye ulaştı.

Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağının kaldırıldığı 1826'ya kadar varlığını devam ettirdi. Ancak bu tarihe kadar ocağın temel yapısındaki değişiklikler birtakım bozulmalara yol açtı. Yeni çıkarılan kurallarla ocağa Türklerden ve diğer Müslümanlardan asker alınmaya başlandı. Bu nedenle devşirme sistemi kademeli olarak uygulamadan çıktı. 19. yüzyıla gelindiğinde acemilerin büyük çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. Türk ve Müslümanlara daimi maaşlı meslek sağlamak için bağış ve rüşvet karşılığında ocağa kayıt yapılmaya başlandı. Bu durum ocak mevcudunda artış yaşanmasına ve kapıya çıkmak için sırasını bekleyen acemilerin bekletilmesine yol açtı. Yeniçeri Ocağının kaldırılmasının ardından yalnızca saraya odun çekmekle yükümlü olan Acemi Ocağı da kaldırıldı ve kışlaları askere alınan 15 yaşından küçük çocukların eğitildiği bir talimhaneye dönüştürüldü.

Osmanlı İmparatorluğu'nun daimi ordusunu oluşturan Kapıkulu'nun işleyişini gösteren bir şema[1]

Bizans İmparatorluğu sınırlarında yurt edinen Türk aşiretlerinde ve Osmanlılarda, süvarilerden oluşan kuvvetler bulunuyordu. Osman Gazi'nin emrinde yer alan ve "ikta" adı verilen bir teşkilat ile idare edilen aşiret kuvvetleri, sınırları korumakla görevliydiler. Osmanlılar devlet yapısına kavuştuktan sonra da, bir kumandanın emrinde bölge bölge akıncı kuvvetlerini kullanmaya devam ettiler.[2] Orhan Gazi'nin yönetiminin ilk yıllarında da istifade edilen aşiret kuvvetlerinin kuşatma konusunda yetersiz kalması nedeniyle, düzenli ve muvazzaf bir yaya birliği kurulması kararlaştırıldı. Bunun yanında düzenli ve muvazzaf bir süvari birliği de kuruldu ve bu yeni kurulan iki birlik, aşiret birliklerinden ayrıldı.[2] Tamamen Türklerden oluşturulan bu birliklerden; piyadelere "yaya", süvarilere ise "müsellem" adı verildi.[3][4] Kapıkulu'nun kuruluşuna kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun başlıca askerî kuvvetini teşkil eden bu kuvvetler, daha sonraları geri hizmette kullanıldı.[5][6]

Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları Ankara'dan Çanakkale Boğazı'na kadar uzandığı I. Murad saltanatında Balkanlarda ele geçirilen topraklarla birlikte, yaya ve müsellem kuvvetlerinin yetersiz kalması nedeniyle daha fazla askere ihtiyaç duyuldu.[7] Bu doğrultuda ele geçirilen savaş esirlerinden daimi bir ordu kuvveti oluşturulması için, Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa ile Molla Rüstem'in girişimleriyle Gelibolu'da "Acemi Ocağı" ismiyle yeni bir askerî teşkilat kuruldu.[7] Daha önce Süleyman Paşa'nın ele geçirilen esirleri bir süre eğittikten sonra 2 akçe ücret ile muharebelerde kullanması geleneği, onun ölümünden sonra da bir süre devam etti. I. Murad saltanatında ise esirlerin Lapseki, Çardak ve Gelibolu arasında süvari askerlerin atlarının nakliyle görevli gemilerde, günlük 1 akçe ücret karşılığında 5 ila 10 yıl boyunca çalıştırıldıktan sonra 2 akçe ücret ile yeniçeri yapılmaları kararlaştırıldı.[7][8] Donanma hizmetinde görev yapacak bu esirlerden hariç diğer esirlerin de "torba"[a] hizmetinde kullanılmak üzere, "Türk'e verme" adı verilen bir uygulama ile Türk ailelerin yanına verilerek hem Türk geleneklerini, hem de İslâmî kaideleri öğrenmeleri amaçlandı[9] ve bu doğrultuda Acemi teşkilatı genişletildi.[10] Gelibolu'da kurulan bu teşkilatın başında "Gelibolu ağası" adı verilen bir subay bulunurdu.[11][8]

Esir alımı ve devşirme sistemi

[değiştir | kaynağı değiştir]

Acemi Ocağına ilk yıllarda pençik adı verilen yöntem ile savaşta ele geçirilen her beş esirden birinin alınmasıyla ve Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yaşayan Hristiyan çocukların devşirilmesiyle olmak üzere iki farklı yolla esir alımı yapıldı.[11][12] 16. yüzyılda Yeniçerilerin evlenmelerine müsaade edilmesiyle birlikte, "kuloğlu" adı verilen asker çocuklarından da Acemi Ocağına alım yapılmaya başlandı.[13][14]

I. Murad döneminde Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa ve Molla Rüstem'in girişimleriyle, savaşlarda ele geçirilen erkek esirlerin devletin asker ihtiyacına göre alınmasını ön gören Pençik Kanunu[15] yürürlüğe girdi.[11][16] Bu kanunla Molla Rüstem'e, Gelibolu'da pençik toplama yetkisi verildi. Pençik, her beş erkek esirden biri[17] ya da beş esirin olmadığı durumlarda değerinin beşte biri karşılığında ücret alınmasıyla uygulanmaya başlandı.[18] Savaşlarda ya da akınlarda elde edilen esirlerin beşte birinin dinen devlete verilmesi gerektiği hükmüne göre uygulanan bu kanunun başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Edirne'nin Fethi'nden sonra uygulanmaya başlandığı tahmin edilir.[19] "Pençik oğlanı"[17] adıyla anılan bu esirlerin çoğunluğu akıncılar tarafından düşman topraklarına yapılan akınlar sonucunda ele geçirilirdi.[12] 15. yüzyıl sonlarındaki Pençik Kanunu'na göre Akıncı beyi, toyca ve akıncıların elde ettikleri esirler "pençikçi" denilen ve akıncıların yanında bulunan bir memur tarafından tespit edilirdi. Bu esirlerden 20 tanesi akıncı beyine, 5 tanesi pençikçiye ve toycaların büyüklerine birer, küçüklerinin ikisine de birer tanesi bırakıldıktan sonra, kalan erkek esirlerden uygun olduğu düşünülen 10 ila 17 yaş aralığındakilerin her biri 300 akçe ücret karşılığında devlet tarafından satın alınırdı.[20][12][21] Bu yaş aralığından daha büyük olanlardan da uygun görülenler alınırdı.[20] Pençik Kanunu'nun sonraki dönemlerde tekrar düzenlenmesiyle birlikte, ocağa alınmayan veya beş adetten aşağı olan erkek esirler; "şirhor", "beççe", "gulâmçe", "gulâm", "sakallı" ve "pîr" adı verilen birtakım sınıflara ayrılarak vergiye tâbi tutuldu.[22][12] İlk dönemlerde ocağa alınacak esirler için bir yaş şartı aranmazdı ve yalnızca muharebe için kısa bir eğitimden geçtikten sonra ocağa kabul edilirdi. Bu yöntem daha sonra değişti ve 10 ila 20 yaş arasındaki esirlerin ocağa alınması kanunlaştırıldı.[23] Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırlarının genişlemesiyle birlikte, pençik oğlanlarının Gelibolu'da sürekli gemilerde çalıştırılması sakıncalı görüldüğü için birer akçe ücret ile acemi yapılmaları kaldırıldı ve belli bir ücret karşılığında sınırlarda yaşayan Türk çiftçilerin yanına verilmesi kararlaştırıldı.[24][25] Pençik oğlanları Osmanlıların Rumeli'ye yeni yerleşmeleri sebebiyle Anadolu'ya gönderilir ve orada İslam ve Türk terbiyesi alması amaçlanırdı. Bu uygulamanın ilk kez ne zaman uygulandığı bilinmemekle birlikte, Sırpsındığı Muharebesi'nden sonra uygulandığı tahmin edilir.[24] Eyyûbî Efendi Kanunnamesi'nde ise I. Murad devrinde savaş esiri pençik oğlanlarının Türk ailelerin yanına verildikleri yazar.[26] 15. yüzyılın ortalarından itibaren Rumeli'nin Türkleşmesiyle birlikte buradaki çiftçilere de verildikleri bilinir.[27]

Devşirme Kanunu'nun uygulanması ile birlikte Pençik Kanunu eski önemini yitirdi.[b][29]

Balkanlar'da Hristiyan çocukların devşirilmesini tasvir eden 1558 yılına ait bir Osmanlı minyatürü. Minyatürde kırmızı renkteki acemi oğlanı kıyafetlerinin ve ulaşım masraflarının karşılanması amacıyla vergi toplayan devşirme memuru ile devşirilecek çocukların memleketlerini, ebeveynlerini, doğum tarihlerini ve fiziksel özelliklerini eşkâl defterine kaydeden yardımcısı görülmektedir (Ârifî Fethullah Çelebi, Süleymânnâme)[30]

Osmanlılar, fütuhat hareketlerinin genişlemesi ve ordu mevcudunun azalmasıyla beraber daha fazla askere ihtiyaç duydular. Pençik Kanunu ile toplanan askerlerin haricinde devşirme adı verilen bir uygulama ile Osmanlıların Rumeli topraklarında yaşayan Hristiyan halktan ocağa yeni askerlerin alınması kararlaştırıldı. Özellikle 1402 yılındaki Ankara Muharebesi'nin kaybedilmesi sonucunda, Osmanlılar'ın Rumeli'deki faaliyetlerinin durması ve Pençik Kanunu'nun uygulanamaması sebebiyle yeni esirler elde edilemedi ve daha önceki Türk ve İslam devletlerinde uygulanmayan yeni bir usul ile; "Hristiyan tebaadan yalnız birer tanesinin devşirilerek orduya alınmasını" kapsayan yeni bir kanun çıkartıldı.[31][32] Bu kanuna göre genellikle 3 ila 5 senede bir Hristiyanlardan 8 ila 20 yaş arasındakilerden acemi oğlanı alınmaya başlandı.[28][32] Başlarda Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan ve daha sonraları ise Sırbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuklar toplandı. Devşirme Kanunu 15. yüzyıl sonları ya da 16. yüzyıl başlarında Anadolu'da da uygulanmaya başlandı ve 17. yüzyılda tüm Osmanlı topraklarını içine alacak şekilde genişletildi.[28][32]

Devşirme işinden birinci derecede yeniçeri ağası sorumluydu. Yeniçeri Ocağına Acemi oğlanı verilmesi ve Acemi Ocağına alım yapılması onun kararıyla gerçekleşirdi. Devşirme memuru Yeniçeri ağasının mektubu ve bir ferman ile görevli olduğu bölgedeki kazaları gezerek her kırk haneden bir çocuk devşirirdi.[c][34] Devşirme yapılacak bölgede tüm yetkililer ile orada görevli papaz ve devşirilecek çocukların babaları hazır bulunurdu. Herhangi bir suiistimal yaşanmaması için vaftiz defterlerindeki kayıtlar kontrol edilerek devşirme yapılırdı.[33][34] Devşirilenlerin tüm bilgileri eşkâl defterlerine kaydedilirdi. Bir aileden yalnızca bir çocuk devşirilirdi, eğer ailede tek çocuk varsa alınmazdı. Ticaretle uğraştıkları için Yahudi çocukları alınmazdı. Anne ve babası ölmüş çocuklar terbiye edilemeyeceği düşüncesiyle, köy kethüdâsının oğlu da şımarık olur düşüncesiyle devşirilmezdi. Bunun yanında Türkçe bilenler, evli olanlar, meslek sahibi olanlar, çoban çocukları, kel, uzun ve kısa boylu olanlar kanunen devşirilmeye uygun değildi. [35][34] Vasal devlet statüsündeki Romanya'da yaşayan halk, Osmanlı sultanının kulu sayılmadığı için oradan devşirme yapılmazdı. Yine Eflak ve Boğdan'dan da devşirme yapılmazdı.[36] Devşirmelerden Bosnalı olan ve "Potur oğulları" olarak anılan Müslümanların saray ve Bostancı Ocağı için devşirilmelerine kanunen müsaade edilirdi.[d][38] Fermanlara göre Anadolu'da Kayseri, Bursa, Lefke ve İznik'teki Hristiyanların çocukları da devşirilirdi. I. Süleyman dönemindeki bir fermana göre: Rus, İranlı, çingene, Türk reaya, Harputlu, Diyarbakırlı ve Malatyalıların devşirilmesinin yasak olduğu bilinir. Ancak 1622'deki bir fermana göre bu yasağın sonraki yıllarda uygulanmadığı anlaşılır. Bunun yanında bu tarihlerde Anadolu'da Kocaeli, Bolu, Amasya, Samsun, Çorum, Malatya, Erzurum, Diyarbakır, Sivas ve Maraş bölgelerinden devşirme yapıldığı bilinir.[39] Trabzon hristiyanlarının[e] Acemi ocağına alınması II. Mehmed'in burayı zaptından sonra da devam etti ancak daha sonra şirret oldukları gerekçesiyle buradan oğlan devşirilmedi. Trabzon halkının I. Selim'in Trabzon valisi olduğu dönemde ona karşı gösterdikleri sadakat nedeniyle Selim tahta çıktıktan sonra tekrar buradan oğlan devşirilmesini emretti. Pîrî Mehmed Paşa buradan devşirme yapmanın kanunen doğru olmayacağını söyleyerek itiraz etmesine karşı, Selim "Kanunu bana sen mi öğretirsin?" diyerek elindeki yay ile Mehmed Paşa'nın başını yardı ve kararından dönmedi. Ancak bu bölgeden toplananların arasına Lazlar'ın da katılmasıyla ocak düzeni bozuldu ve III. Mehmed döneminde buradan oğlan devşirilmesi kaldırıldı.[40][41]

Kapıkuluna mensup askerlerin erkek çocukları da Acemi Ocağının temel asker ihtiyacını karşılamak için kullanılırdı. Kapıkulu askerleri "padişahın kulu" sayıldığından onların erkek çocukları da "kuloğlu" adıyla anılırdı. Babası ölen küçük yaştaki kul oğullarına yetişkinliğe erişinceye kadar devlet tarafından üç ayda bir yiyecek, giyecek ve para yardımı yapılırdı. Yeniçerilerin erkek çocukları onlar hayattayken Acemi Ocağına kaydedilir ve 23 yaşına kadar orada eğitim görürdü. Daha sonra ise kapıya çıkma adı verilen uygulama ile Yeniçeri Ocağına kaydedilirdi.[42]

Claes Rålamb'ın 1657'deki Rålambska dräktboken adlı eserinde yer alan bir "iç oğlanı" minyatürü

Devşirilen çocuklar "sürü" adı verilen yüzer, yüz ellişer, iki yüzer ya da daha fazla sayıdan oluşan topluluklar halinde İstanbul'a sevk edilir ve muayeneden geçtikten sonra acemi oğlanı olarak hizmete başlardı.[43] Devlet merkezine gelen Acemi oğlanlar birkaç gün istirahat ettikten sonra, sağ ellerinin işaret parmaklarını kaldırarak Kelime-i şehadet getirip Müslüman olurdu. Daha sonra Yeniçeri ağasının nezaretinde muayeneden geçer ve sünnet olduktan sonra Müslüman bir isim alırlardı.[44][45] İsimleri değiştirildikten sonra eşkâl defterine kaydedilen Acemi oğlanlardan bir kısmı saraya, bir kısmı Bostancı Ocağına ve kalanlar da Rumeli ve Anadolu ağalarının vasıtasıyla belli bir süre kapsamında Türk ailelerinin yanına verilirdi.[44][46] "Türk'e verme" adıyla ünlenen bu uygulamada,[9] Acemi oğlanlarının toplandıkları bölgenin dışına verilmeleri adet olduğu için, Anadolu'dan toplananlar Rumeli'ye; Rumeli'den toplananlar ise Anadolu'ya verilirdi. Bu yöntem ile iki bölge arasındaki deniz kullanılarak kaçmaları önlenirdi.[46] Bunun yanında devşirilen çocuklardan -yeteneklerine bağlı olarak- Türk ailelerin yanına verilmesi uygulamasından muaf tutulanlar da mevcuttu.[47] Acemiler arasında en zeki olduğu düşünülenler Enderûn için ayrılırdı. Burada eğitim görenlere iç oğlanı denirdi.[45] Bu iç oğlanlar "saray acemi oğlanları" ya da "celeb" adıyla da anılırdı.[48] 16. yüzyılın başlarında 5.000 ila 6.000 acemi arasından Enderûn'a yalnızca 100-200 arasında çocuk seçilirdi. İç oğlanlarının 400 tanesi Galatasaray'da eğitilirken, I. Süleyman zamanında İbrahim Paşa Sarayı'nda Bosnalı ve Arnavut devşirmelerin eğitildikleri bir başka okul açıldı.[45] Galata ve Edirne'deki okullar, Enderûn'a devşirme çocuk alma yönteminin kaldırılmasıyla birlikte IV. Murad döneminde kapatıldı.[49]

17. yüzyılın başlarına kadar ocağa alınacak bireylerin mutlaka Türklerin hizmetinde görev yapmış olması şartı aranırdı.[50][51] Acemi oğlanlar Türk ailelerin yanında en az 3 en fazla 8 sene kalırlardı.[46] Çiftlik sahiplerinin ya da köylülerin hizmetinde toprak işleri ile uğraşıp öte yandan Türkçeyi ve İslami kaideleri öğrenirlerdi. Bu hizmetlerinin karşılığında bir ücret ödenmezken, yalnızca giyim kuşam masrafları devlet tarafından karşılanırdı.[9] Türk çiftçilere verilen Pençik oğlanları ve devşirmelerin firar etmelerini önleyebilmek amacıyla, Anadolu'da "Anadolu ağası"; Rumeli'de ise "Rumeli ağası" adı verilen, bunların sevk ve celplerinden sorumlu olan memurlar mevcuttu.[27][52] Acemi oğlanlar her sene Anadolu ve Rumeli ağaları tarafından görevlendirilen ve "kethüdâ" olarak bilinen bir memur aracılığıyla kontrol edilirdi.[53] Acemi oğlanlar bu aşamayı tamamladıktan sonra Gelibolu ve İstanbul'daki acemi ocaklarına sevk edilirdi.[46] Ayrıca devletin Acemi Ocağına esir ihtiyacı olduğunda, divanda alınan karar Yeniçeri ağasına bildirilir, daha sonra Anadolu ve Rumeli ağalarının vasıtasıyla onların sorumluluk bölgelerinde kıdem sırasına göre en eskiden yeniye doğru alım yapılır ve İstanbul'a sevk edilirdi. İdare merkezlerine gönderilen acemi oğlanı topluluklarına "saplama" adı verilen yabancı kişilerin karışıp karışmadığını anlamak için çeşitli tetkikler yapıldıktan sonra, topluluktakiler birer akçe ücret ile acemi oğlanı ismiyle torbaya yazılırdı. Uygun görülenler ise ikişer akçe ile Bostancı Ocağına verilirdi.[54] Topluluklarda kanuna muhalif oğlan olduğu tespit edilirse, o topluluktakiler genellikle Topçu Ocağına ya da Cebeci Ocağına gönderilir ve acemi oğlanı yapılmazdı.[54] Acemi Ocağına alınacaklar ile ağa kethüdâsı, bostan ve bahçelere alınacaklar ile Bostancıbaşı ilgilenirdi.[55]

15. yüzyıl görgü tanığı Cantacasin'in aktardığına göre, kayıt merasiminde yoklama subayının ismini okuduğu acemi gönderileceği odanın odabaşına teslim edilirdi. Belli bir düzen halinde bekleyen acemilerden ismi okunan koşar adımla odabaşının önüne gelir, odabaşı da her aceminin kulağının üst kısmına sembolik bir hareketle hafifçe vururdu. Bu hareket her acemiye görevini ve itaat etmesi gerektiğini hatırlatmak amacıyla yapılırdı.[56]

Türklerin hizmetindeki acemilere "ulufesiz" denirdi. Bunlar öncelikle Acemi Ocağına ve ulufe defterine kaydedilerek "ulufeli" yapılırdı. Daha sonra da kara ve deniz kuvvetlerindeki diğer ocaklara veya hizmetlere atanırlardı.[57] Acemi Ocağına kayıtlı bireyler "Şadî" adıyla anılırdı. Torbaya yazılan 31 odaya bağlı oğlanlar çeşitli hizmetlerde kullanılırdı. Bunlardan küçükleri oda hizmetini yapardı. Her odadan gereğince acemi oğlanı, imalâthanelerle mîrî gemilerde, odun ambarlarında, hasta odalarında, taşradaki Sultan hanım dairelerinde ve farklı yerlerde hizmet ederlerdi.[58] Hükümdar ve hanedan üyeleri tarafından yaptırılan saray, cami, çeşme, köprü, hastane ve medrese gibi yapıların inşaatında çalışırlardı. Acemi oğlanlar farklı teşkilatlar altında gruplandırılarak çeşitli saraylarda da görevlendirilirdi.[59] Sadrazamın sarayında acemilerden "Teberdâr" adı verilen baltacılar bulunurdu. Bunun yanında vezirlere ve devlet adamlarına da yetiştirilmek üzere devşirme verilirdi.[58] Acemi oğlanların yeteneksiz ve kabiliyetsiz olanları bahçelerde ve gemilerde çalıştırılırdı.[59] Acemiler arasından 20 ila 30 kadar iri yapılı olanları inşaat işlerinde taş taşımak için görevlendirilirdi. Bunun yanında nakliye gemilerinin kalafat hizmetlerinde kullanılan acemiler, Galata tarafındaki mahzenlerin muhafazasından da sorumluydu. Yeniçeri ağasının İzmit'e gidip gelen odun gemilerinde de 10 ila 15 acemi hizmet ederdi.[60] 18. yüzyılda kurulan ve Tulumbacılar adı verilen itfaiye teşkilatında görev yapacak olanlar da Acemi Ocağından seçilirdi.[61] Buzhane ve karhanelerde yirmi ila otuzar acemi görev yapardı. Bunun yanında Yeniçeri ağasının falakasını taşımak ve Yeniçeri ağasının yanında nöbetleşe devriye gezmekte acemilerin görevlerindendi.[62]

İşçilik öğrenimi acemi eğitimlerinin bir parçasıydı. Bu amaçla barış zamanlarında askerler duvar örme işlerinde kullanılır ve 24.000'den fazla aceminin bir işle meşgul olması sağlanırdı. Ancak bu durum bazen askerî sınıfa mensup olan kişilerin esnaf işlerine kaymalarına sebep olurdu.[63] Kavanin-i Yeniçeriyan'a göre padişahın kulu olanların meslek sahibi olmalarının uygun olmadığı şu sözlerle anlatılır: "hünkâr kulu olan kimsenin sanat sahibi olması kanun değildir, çünkü sanatı olan 3-4 akçeye sefere gitmez, sanatı ile meşgul olur, hizmet edilmemeye sebep olur".[64] II. Selim'in Edirne'de yaptırdığı Selimiye Camii'nin inşaatında çalışmak için gönderilen 100 acemi, burada kendi kurdukları işlerde çalışmaya devam etti.[63]

Acemi oğlanların bir kısmı donanma için yetiştirilir ve bu alanlarda görevlendirilirdi. 1568 tarihli bir fermanda: Osmanlı donanmasına ait 4 gemiye "Türk üzerinde" ve "ulufesiz" acemilerden 300 tanesinin, önce Acemi Ocağına kaydedilmeleri ve sonra da gemide görevlendirilmeleri emredilmiştir. Yine aynı tarihli bir fermanda ise: Mısır'a gidecek olan yayabaşı ve bölükbaşılara ikişer hizmetkar lazım olması sebebiyle; "ulufeli" kırk acemi oğlanın önce Yeniçeri Ocağına kaydedilmeleri ve sonra da yayabaşı ve bölükbaşılarla birlikte Mısır'a gönderilmeleri emredilmiştir.[65]

Kapıya çıkma

[değiştir | kaynağı değiştir]
Claes Rålamb'ın 1657'deki Rålambska dräktboken adlı eserinde yer alan bir Yeniçeri minyatürü

Pençik oğlanları ve devşirmeler çeşitli hizmetleri tamamladıktan sonra "kapıya çıkma" (kapuya çıkma), "çıkma" ya da "bedergâh" adı verilen yöntem ile Yeniçeri olarak kaydedilirdi.[66] Başta Yeniçeri Ocağı olmak üzere Kapıkulu teşkilatına bağlı diğer ocaklara, İstanbul ve Gelibolu'daki Acemi Ocaklarından asker alımı yapılırdı. Bunun yanında Bostancı Ocağı ile Galata ve İbrahim Paşa saraylarında yetiştirilen acemilerden de alım yapılırdı.[67] Yapılan savaşların sıklığına ve oluşan asker boşluğuna göre kapıya çıkma süreleri değişiklik gösterse de, genellikle her 7-8 yılda bir Acemiler kapıya çıkardı.[68] Bunun dışında cülûs olduğu zamanlarda da "büyük çıkma" ya da "umum çıkması" adı verilen bir usul ile kapıya çıkarlardı.[66][67] 1631 ve 1637 yıllarında oluşan asker açığı nedeniyle dört biner acemi kapıya çıkmıştır.[69] Yeniçeri ağasının divana asker ihtiyacını bildirmesiyle nerelerden acemi alınacağı hükme bağlanırdı. Bunun yanında bazen Yeniçeri ağasının isteği dışında da çeşitli yerlerden alınacak acemi miktarı da bağımsız bir karar ile ağaya bildirilirdi.[70]

Acemi Ocağı, Kuloğlu, Bostancı ya da diğer yerlerde görevli acemilerden kapıya çıkması gerekenlerin isimleri, her birimin sorumlusunun verdiği listeye göre Yeniçeri ağası tarafından bir kağıda yazılıp mühürlenir ve sadrazama verilirdi. Sadrazam tarafından onaylanan acemiler daha sonra ocak kâtibi tarafından Yeniçeri maaş defterine kaydedilirdi. Kapıya çıkacak acemiler kıdem sırasına göre belirlenerek İstanbul ağası tarafından Yeniçeri ağasına bildirilir ve padişahta dahil olmak üzere bir acemiyi Yeniçeri Ocağına kaydettirmek isteyenler bu kıdeme riayet ederdi. Örneğin I. Süleyman, Halkalı Bahçesi'nde çalışan üç aceminin hizmetlerini beğenerek onların Yeniçeri yapılmasını emretmiş ancak İstanbul ağası onlardan daha kıdemli iki aceminin daha olduğunu belirterek onlarla birlikte beş aceminin Yeniçeri yapılmasına müsaade almıştır.[71]

Acemilerin ne suretle ve hangi hizmete karşılık kapıya çıkması gerektiği Yeniçeri ağası tarafından "arz tezkiresi"nde belirtilirdi. Herhangi bir sebep göstermeden bir aceminin kapıya çıkarılmasını istemek usulsüz olarak görülür ve kabul edilmezdi. Acemiler ilk zamanlarda ikişer akçe ile kapıya çıkarılırken bu rakam daha sonra 3 akçeye çıkarıldı.[72] Yeniçeri Ocağına ilk girenlere "düzen akçesi" ismiyle ikişer altın verilirdi. Bu yeni bireyler "karakullukçuluk" adı verilen oda hizmetlerini yaparlardı. Yeniçeri olan acemiler odalara ayrıldıktan sonra hangi acemi odaya arkadaşından önce girerse daha kıdemli kabul edilirdi.[73] 17. yüzyılın ortalarına doğru Yeniçeri subaylarının ve ocak ağalarının rüşvet karşılığında Yeniçeri Ocağına yabancıları kaydettikleri gözlemlendi.[74] 17. yüzyılın ilk yarısından sonra ise Türklerden ve Osmanlı topraklarında yaşayan diğer ırklardan da Yeniçeri alımı yapılmaya başlandı. 19. yüzyılın başlarında Acemi Ocağında 1 yıl hizmet yapan Acemiler Yeniçeri Ocağına geçiyordu. 18. yüzyıldan itibaren ocağın büyük bir kısmı Türkler ve Müslümanlardan meydana geliyordu.[73]

Bozulması ve kaldırılması

[değiştir | kaynağı değiştir]

Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağının kaldırıldığı 1826 yılına kadar varlığını devam ettirdi. Ancak bu tarihten önce devşirme usulüyle acemi alınması kademeli olarak sona erdi.[f] Osmanlıların fütuhat hareketlerinin durması ve ocağa devşirme yönteminin haricinde adam alınarak kapasitesinin doldurulması da, zaten gevşeyen devşirme yönteminin uygulanamamasına yol açtı.[77] 17. yüzyılda ocağın temel kuralları üzerinde yapılan değişiklikler, var olan yapının değişmesine yol açtı. Yeni kurala göre ocağa Türklerden ve diğer Müslümanlardan asker alınmaya başlandı. Devşirme Kanunu'na göre ocağa alınmayan savaş esirlerinden de Acemi Ocağına alım yapılmaya başlandı.[78] Bu yöntem ocağın kaldırılmasına kadar devam etti.[79] Acemi oğlanlarını Türk ailelerin yanına verme yöntemi de kaldırıldı. 19. yüzyılda Acemilerin çoğunluğu Türklerden oluşuyordu.[76] Acemi Ocağının dışında ayrıca saray hizmetlerini yapacak kişileri yetiştirmek amacıyla da devşirme yöntemi kullanılırdı. Bu usûl daha sonraları ocak için kullanılmasa bile Acemi Ocağının kaldırıldığı tarihe kadar saray için kullanılmaya devam etti.[47]

17. yüzyılın ortalarından; ocağın kaldırıldığı tarihe kadarki dönemde, 6 ay ile 1 yıl arasında acemilik yapan Türkler daha sonra kapıya çıkarak Yeniçeri olurdu.[76] Koçi Bey Risalesi'ndeki kayda göre, devşirme olmayanların Acemi Ocağına alındığı en eski tarih III. Murad'ın tahtta olduğu 1582 yılına aittir. III. Murad oğlunun sünnet düğününde davetlileri eğlendirenlerin kendisinden ihsan olarak topçuluk ve cebecilik gibi görevler talep etmeleri üzerine, Yeniçeri ağasına "ağa çırağı" adı altında devşirme olmayanlardan ocağa alım yapma hakkı tanıdı.[80] 1620'de Yeniçeri ağasının "becayiş" adıyla koyduğu kural ile Yeniçeri Ocağından erken emekli edilen 10.000'den fazla asker "oturak" ve "korucu" gibi sınıflara ayrılarak devlet hazinesinden maaş almaya devam etti. 17. yüzyılın ortalarına doğru devşirmeden yetişen acemilerin yerine rüşvet ile ocağa dışardan alınanların sayısında artış yaşandı. 1649'da Acemi Ocağı ve diğer hizmetlerde kapıya çıkmayı bekleyen acemiler bu durumu şikayet ettiler ancak aralarından yalnızca bir kısmı Yeniçeri Ocağına kaydedildi.[80]

Osmanlı kaynakları ve arşiv belgelerine göre, bağış ve rüşvet karşılığında daimi maaşlı bir meslek sağlamak amacıyla Türk ve Müslüman olanlar Acemi Ocağına kaydedilirdi.[81] 1622'de 9.200 ve bir sonraki yıl da 10.982 olan mevcut acemi sayısı, dışardan Türk ve Müslümanların alınmasıyla birlikte artış gösterdi ve Yeniçeri olmayı bekleyen mevcut acemilerin bekletilmelerine sebep oldu.[82] Acemi Ocağına doğuştan Türk olanların alınmasının sebebi, Henry Blount'ın 1634'teki gözlemlerine göre, devşirmeye çocuk vermekle yükümlü olan Hristiyan halka bunun yerine belli bir para verme serbestliğini tanınmasıdır.[81]

Yeniçeri Ocağının kaldırılmasının ardından, görevleri yalnızca saraya odun nakletmekle sınırlı olan Acemi Ocağı da kaldırıldı ve buranın en yetkili subayı olan İstanbul ağasının unvanı da "hatap emini" olarak değiştirildi. Ocak binası ise askere alınan 15 yaşından küçük çocukların yeteneklerine göre çeşitli alanlarda eğitim gördüğü bir talimhaneye dönüştürüldü.[83][84]

Eski Odalar adıyla anılan kışlaların ve Acemi Ocağının yer aldığı bölgenin harita üzerindeki konumu

Acemi Ocağı I. Murad zamanında ilk kez Gelibolu'da kuruldu. Toplam 8 adet acemi bölüğü mevcuttu. Bu bölüklere kumandanlık eden 8 çorbacı, Gelibolu ağası adı verilen kışlanın en yetkili subayına bağlıydı.[85] Gelibolu Acemi Ocağının mevcudu yaklaşık 400 iken, daha sonraları bu sayı 500'e kadar çıktı.[86][9] Bunun yanında 16. yüzyıl sonlarında kanun ve nizamları bozuldu. Bu ocaktaki acemiler genellikle devlete ait nakliyat gemilerinde hizmet ederdi.[86]

İstanbul'un Fethi'nden sonra II. Mehmed döneminde, Gelibolu Acemi Ocağından ayrı olarak İstanbul'da bir başka Acemi Ocağı daha kuruldu. Bu ocaktaki acemilere "torba oğlanı" ya da "şadî" denirdi. Oda[g] adı verilen kışlaları Şehzadebaşı ile Vezneciler arasında, "eski odalar" adıyla anılan Yeniçeri kışlalarının hemen yanında yer alırdı. Acemi odaları birisi "kethüdâ", diğeri ise "çavuş dairesi" denilen karşılıklı iki sıradan oluşurdu. Kethüdâ bölümü ağa odasıyla birlikte 16, çavuş dairesi de 15 olmak üzere toplam 31 odadan ibaretti.[50] Eyyûbî Efendi Kanunnamesi'nde oda sayısı 30 olarak verilir. Farklı kaynaklara göre oda sayısı 31 ila 34 arasında gösterilir. Her oda da 30 acemi kalırdı. Bernardo Navagero acemilerin 25-30 kişilik gruplarla oda da kaldıklarını yazar.[87] Bu ocağa ait meydan da acemiler ulufelerini alırdı. Ayrıca meydanda cezalı olan acemilerin hapis yattıkları bir hapishane vardı. Kışlaların kapılarında acemiler arasında en kıdemli olanlardan seçilen iki nöbetçi beklerdi.[87] II. Mehmed'in saltanatının ortalarına kadar İstanbul Acemi Ocağının mevcudu yaklaşık 3.000 kişiydi.[46]

Peter Mundy'in 1618'deki A briefe relation of the Turckes adlı eserinde, çuha adı verilen giysisiyle birlikte tasvir edilen bir "acemi oğlanı"

Acemi oğlanlar "çuha" adı verilen kumaştan yapılan mavi renkli bir elbise giyerdi. Cübbeye benzeyen ve "dolama" adıyla bilinen bu elbise diz altına kadar uzanırdı. Etek kısmı geniş bir yapıya sahipti ve bele kadar düğmeliydi. Ön etek kısmının iki ucu bele sokulurdu. Bel kısmında ise sol kolun altından bağlanan çizgili kuşaktan bir kemer yer alırdı. Belde ayrıca öne doğru küçük bir hançer asılı bir şekilde dururdu. Dolamanın altına gömlek ve şalvar, üzerine ise kaput ya da yağmurluk giyerlerdi. Başlarında ise koni biçiminde sivri uçlu "serpuş" adı verilen bir başlık vardı.[88][89] Ayakkabıları ise bağsızdı.[90] Türklerin hizmetinde ulufesiz olarak hizmet eden acemilerin giysileri daha farklıydı. Bunlar gömleğin üzerine kolları dirsek hizasına kadar uzanan kısa bir cübbe giyerdi. Belde kuşak kısmının olduğu yerde ise bir bıçak yer alırdı. Başlarında ise ulufeli acemilerinkine benzer sarı renkli bir serpuş vardı.[88][89]

Acemilere senede iki kat elbise verilirdi. 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, acemi odalarındaki kıdemli acemilere her yıl yedişer endâze yağmurluk çuha, diğerlerine ise altışar endâze kaputluk çuha verilirdi. Bunun yanında sarı ya da kırmızı renkli bir iki çift gömlek ve mavi renkli şalvarlık Selanik çuhası verilirdi. 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında ise bazı acemilere elbise yerine onun değeri kadar ücret verildiği bilinir.[91] Bunların dışında çuhaya dikilmek üzere iç astarı, "yaka akçesi" adıyla on birer akçe, sarık bezi, "kemanbaha" denilen ve otuzar akçeden oluşan yay akçesi de verilirdi. Türklerin hizmetindeki ulufesiz acemilerin elbise ve diğer giyecek ihtiyaçları devlet tarafından karşılanırdı.[88]

Acemi Ocağı mensuplarına her üç ayda bir ulufe adı verilen maaşları kışla meydanında verilirdi.[46] [92] İngiliz görgü tanığı Robert Withers'a göre; İstanbul dışındaki saraylarda ve çeşitli kurumlarda görev yapan acemilerin maaşları, başdefterdarın yerlerinde ziyareti esnasında verilirdi.[93] Maaş işleri "piyale mukabelecisi" adı verilen bir memur tarafından yürütülürdü.[46] Maaş dağıtımı "çorbacı" adı verilen bölük kumandanları ile bölükbaşıların huzurunda yapılırdı.[93] Öncelikli olarak gemilerde çalışan acemilere daha sonra odalardakilere ve son olarak da "köçek" adı verilen hizmet işlerini yürüten acemilere maaşları dağıtılır ve bu üleştirme işi 3 gün sürerdi.[94] Acemi emeklileri ile müteferrika sınıfındakilere ise maaşları ağa dairesinde verilirdi. Maaşlar, Acemi Ocağı kâtibi tarafından dağıtılırdı.[94]

Acemilerin maaşları 1, 2 ve 2,5 akçe iken daha sonraları 7,5 akçeye kadar çıkartıldı.[94] Eyyûbî Efendi Kanunnamesi'ne göre; acemilerin maaşları 7,5 akçeden daha fazla değildi.[93] Acemiler birer akçe yevmiye ile ayrıca "âdet-i zerpul" adıyla aylık 5 akçeden oluşan "pabuç akçesi" alırdı.[94] Acemilerin toplam yevmiyeleri 8.950 akçe ve üç ayda bir verilen maaşlarının yıllık toplamı ise 60.000 akçeydi. Genellikle 1 akçe yevmiye alan acemiler, görevlerinde başarılı oldukça yevmiyeleri birer ikişer akçe artırılırdı. Acemiler gündelik ücretleriyle günlük ihtiyaçlarını karşılar ve yemeklerini kendi odalarında pişirirlerdi.[93][90] Bunun yanında her oda ayda bir toptan alınan pirinç, yağ, odun ve mum gibi giderlerini kendi karşılardı.[95] Bir odanın günlük yiyecek masrafı yaklaşık 25 akçeydi.[93]

Acemi oğlanlar

[değiştir | kaynağı değiştir]
Yıllara göre acemi oğlanı sayısı[96][97]
Yıl Sayı
1568 7.745
1609 9.406
1670 4.372
1778 2.320

Yeniçeri mevcudunun artmasıyla orantılı olarak acemi oğlanı sayısı da değişiklik gösterirdi. İstanbul Acemi Ocağının ilk zamanlarında 3.000 acemi varken bu sayı 16. yüzyıl ortalarında 4.000'e yükseldi. 16. yüzyılın sonlarına doğru da Bostancılarla birlikte 8.000 ila 9.000'e ulaştı. Aynî Ali Efendi risalesine göre; 17. yüzyılın başlarında toplam acemi sayısı 9.406, Kavanin-i Yeniçeriyan'a göre 12.000'den daha fazlaydı.[98] Telhîsü'l-Beyân Fî Kavânîn-i Âl-i Osmân ve Eyyûbî Efendi Kanunnamesi'ne göre 17. yüzyılın ikinci yarısından sonraki acemi sayısı toplam 4.102'dir.[99] İstanbul Acemi Ocağının 1566-1567 yıllarındaki toplam mevcudu 7.745; 1574 yılında ise İstanbul, Gelibolu, Edirne ve Bostancı Ocağının toplam mevcudu 7.495 kişiydi.[98]

1622'de Bostancılarla birlikte toplam mevcudu 9.200 kişi olan Acemi Ocağı, bir sonraki yılın ilk çeyreğinde İstanbul Ocağında 10.982 ve Gelibolu Ocağında 345 mevcuda sahipti.[100] 1624 yılının son çeyreğinde ise İstanbul Ocağında 11.127 ve Gelibolu Ocağında 350 acemi mevcuttu.[100] Acemi Ocağında sürekli kalanlar gündüz görevli oldukları hizmetlerden akşam kışlaya dönerdi. Diğer ocaklarda, donanmada, saray ve bahçelerde çalışanlar ise bağlı oldukları hizmet kurumlarına ait kışlalarda kalırdı. Koçi Bey Risalesi'ne göre 1631'de İstanbul, Edirne ve Gelibolu has bahçelerinde görevli toplam 9.200 acemi mevcuttu.[101] 1778 yılında ise acemi sayısı 2.320 kişiydi.[97]

Evlenmeleri ve aile ilişkileri

[değiştir | kaynağı değiştir]

Acemilerin evlenmelerine hangi tarihte izin verildiği bilinmezken, 1592 tarihli bir muhimme defterinde evli bir aceminin olduğu bilgisi yer alır. Bu bilgiye dayanarak acemilerin 16. yüzyılın son yarısı içerisinde evlenmelerine izin verildiği tahmin edilir. Kavanin-i Yeniçeriyan'da ise 17. yüzyılın başlarına tarihlenen kayıtlarda acemilerin evlenmeleri ve miras bırakmaları hakkında bilgiler mevcuttur.[102]

Acemilerin devşirildikten sonra da aileleri ile ilişkileri devam ederdi. Örneğin; 1575'te Budin Beylerbeyi Sokullu Mustafa Paşa'ya yazılan bir hükümde, divana bir mektup göndererek kendisini ziyarete gelen kardeşlerini İslam'a davet ettiğini ancak kabul etmediklerini ve onlarla birlikte padişahın huzuruna çıkmak için izin istediğini belirten Lipve Sancakbeyine gerekli izni vermesi bildirilmiştir. 1634'teki gözlemlerinde Henry Blount, Hristiyan olmalarına rağmen bazı acemi çocukların ailelerine asla doğal bir sevgi duymadığını ve sahip oldukları işin bütün aile kan bağlarından daha kuvvetli olduğunu belirtir.[103] Bunun yanında bazı acemiler firar ederek eski dinlerine geri dönerdi. 1564'te İstanbul'a getirilen 7 devşirme, sözde Müslüman olduktan sonra akrabaları aracılığıyla tekrar kaçırılarak kiliselerde ayinlere katılmışlardır.[78]

Claes Rålamb'ın 1657'deki Rålambska dräktboken adlı eserinde yer alan, Acemi oğlanlardan sorumlu olan "Acemi oğlanlar kethüdâsı" minyatürü

Acemi Ocağının en yetkili ismi Yeniçeri ağasıydı. Ancak onun görev yükünün fazla olması sebebiyle, İstanbul'daki Acemi Ocağının en yetkilisi olan "İstanbul ağası" aynı zamanda Acemi Ocağı teşkilatındaki acemilerin ve subaylarında amiri konumundaydı.[104][105] "Kethüdâ" adı verilen subay ise Acemi Ocağının disiplin ve idaresinden sorumlu en yetkili kişiydi. Kethüdâdan sonra yetki bakımından "çavuş" gelirdi. "Aşçıbaşı" da bu iki subay kadar yetkiye sahip bir başka subaydı. Aşçıbaşı, kethüdâ ve çavuş acemi oğlanları ve ocağı idare ederdi. Bunların terfi etme silsilesi birbirine bağlıydı. Aşçıbaşı terfi etmesi halinde çavuş, çavuş terfi etmesi halinde ise kethüdâ olurdu.[105] Yeniçeri ağası ve Sekbanbaşı sefere gittiği zamanlarda, İstanbul'un muhafazasından İstanbul ağası sorumluydu. İstanbul ağasının yevmiyesi I. Süleyman döneminde 30 akçeyken daha sonraki tarihlerde 40 akçeye yükseldi.[104]

İstanbul ağasından sonra "Anadolu ağası" ve onun ardından da "Rumeli ağası" gelirdi. Bu iki subay devşirilen acemilerin Türk ailelerin yanına verilmesinden ve daha sonra da ocağa kaydedilmesinden sorumluydu. Rumeli ağası derece bakımından Anadolu ağasının altında olduğundan, terfi etmesi durumunda bu pozisyona yükselirdi. Baş yayabaşılar ve Yeniçerilerin deveci ve hasekileri ise Rumeli ağası makamına terfi ederdi.[106] Anadolu ve Rumeli ağalarının yevmiyeleri I. Süleyman döneminde on dörder akçeyken daha sonraki tarihlerde bu rakam otuzar akçeye yükseldi.[107] Anadolu ve Rumeli ağalarının emrinde birer "kâtip" görev yapardı. Anadolu ve Rumeli ağalarının ocak işleriyle direk alakaları yoktu. "Meydan kethüdâsı" ya da "Meydanbaşı" adı verilen subay ise acemilerin ceza işlerinden sorumluydu.[108] Meydan kethüdâsı terfi ettiği zaman Yeniçeri bölüklerinden "Sekban" ya da "Zağarcı" bölüklerine atanırdı.[109]

Acemi Ocağında "Acemi yayabaşı" adı verilen subaylar, merasimlerde Yeniçeri Ocağındaki yayabaşılardan daha önce gelirdi.[110] Acemi yayabaşı terfi etmesi durumunda Yeniçeri yayabaşısı ya da 20 akçe yevmiye ile sipahi olurdu. Acemi Ocağındaki her bölüğün "çorbacı" adıyla anılan bir bölük kumandanı mevcuttu.[h] Bunlar 18 akçe yevmiye alırken, Yeniçeri çorbacıları gibi dîvân toplantılarına da katılırdı.[111][112] Birinci ağa bölüğündeki acemi sayısının çok olması ve buranın 9 bölüğe ayrılmasından dolayı her bir bölüğün en kıdemli acemisine "bölükbaşı" denirdi. Ayrıca bu 9 bölüğü idare eden "baş bölükbaşı" mevcuttu.[i] İkinci bölükten otuz birinci bölüğe kadar her bölüğün amirine "yayabaşı" denirdi.[112] Bunların arasındaki en kıdemlisine ise "baş yayabaşı" denirdi. Bunlar kendi bölüklerini idare eder ve firar edenleri ocak kâtibine bildirirdi.[112] Acemi Ocağının otuz birinci bölük çorbacısı aynı zamanda ocak kâtibiydi. Acemiler taşrada görev yaptıkları sürece Yeniçeri serdarlarına bağlıydı.[113]

  1. ^ Acemi Ocağına kaydedilen her ferde "torba oğlanı" adı verildi. Bunlar inşaat, nakliyat ve gemi hizmetlerinde kullanılırdı.[7]
  2. ^ Pençik Kanunu, askerden ziyade ağırlıklı olarak vergi toplamak amacıyla uygulanmaya devam etti.[28]
  3. ^ "Kırk haneden bir çocuk devşirilmesi" kuralı ihtiyaca göre değişirdi.[33]
  4. ^ Kavanin-i Yeniçeriyan''a göre, II. Mehmed'in Bosna'yı zaptından sonra, Bosna halkı kendi arzularıyla onu karşılayıp hepsi birden Müslüman olmuştur. Padişah bunun üzerine kendisinden ne isterlerse yapacağını belirtmiş, Bosna halkı ise "kendi topraklarından oğlan toplanmasını" istemiştir. Müslüman olan bu halktan oğlan toplanması böylelikle kanun olmuştur.[37]
  5. ^ Trabzon'daki Rumlar.[37]
  6. ^ Hammer 1638'de devşirme memurlarının öldürülmesinin ardından bu sistemin uygulanmadığını yazar. Ancak daha sonraki kayıtlar incelendiğinde ise Yeniçeri Ocağı için belli sayılarda devşirme yapıldığı bilinir.[75] Kesin olarak tarihi bilinmese de 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kaldırıldığı tahmin edilir.[76]
  7. ^ Koğuş[50]
  8. ^ Çorbacı aynı zamanda "yayabaşı" olarak da bilinir.[111]
  9. ^ Baş bölükbaşına ayrıca "âriyetî aşçıbaşı" da denirdi.[112]
Özel
  1. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 138.
  2. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 1.
  3. ^ Uzunçarşılı 1998, s. 127.
  4. ^ Yılmaz 1984, s. 3.
  5. ^ Uzunçarşılı 1998, s. 128.
  6. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 2.
  7. ^ a b c d Uzunçarşılı 1988, s. 5.
  8. ^ a b Halaçoğlu 2014, s. 45.
  9. ^ a b c d İlgürel 1988, s. 324.
  10. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 5-6.
  11. ^ a b c Uzunçarşılı 1988, s. 6.
  12. ^ a b c d Halaçoğlu 2014, s. 46.
  13. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 31.
  14. ^ Özcan, Abdülkadir (2002). TDV İslâm Ansiklopedisi. TDV İslâm Araştırmaları Merkezi. 28 Aralık 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Haziran 2023. 
  15. ^ İlgürel, Mücteba (1988). TDV İslâm Ansiklopedisi. TDV İslâm Araştırmaları Merkezi. 1 Nisan 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Haziran 2023. 
  16. ^ İnalcık 2017, ss. 57-58.
  17. ^ a b Demir, Abdullah (2017). "Osmanlı Devleti'nde Devşirme Sistemi" (PDF). Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi. 1 (1). s. 19-27. Erişim tarihi: 28 Haziran 2023. 
  18. ^ İnalcık 2017, s. 58.
  19. ^ Beydilli 2013, s. 450.
  20. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 8.
  21. ^ Aybet 2010, ss. 51-52.
  22. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 9.
  23. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 10-11.
  24. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 11.
  25. ^ Yılmaz 1984, s. 42.
  26. ^ Aybet 2010, s. 53.
  27. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 12.
  28. ^ a b c Uzunçarşılı 1988, s. 14.
  29. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 13-14.
  30. ^ Finkel 2007, s. 327.
  31. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 13.
  32. ^ a b c Halaçoğlu 2014, s. 47.
  33. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 16.
  34. ^ a b c Halaçoğlu 2014, s. 48.
  35. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 17-18.
  36. ^ Goodwin 2008, s. 34.
  37. ^ a b Toroser 2011, s. 17.
  38. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 18.
  39. ^ Aybet 2010, s. 58.
  40. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 19.
  41. ^ Toroser 2011, ss. 17-24.
  42. ^ Ünal 1997, ss. 55-56.
  43. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 21.
  44. ^ a b Uzunçarşılı 1988, ss. 23-24.
  45. ^ a b c Goodwin 2008, s. 37.
  46. ^ a b c d e f g Halaçoğlu 2014, s. 49.
  47. ^ a b Beydilli 2013, s. 453.
  48. ^ Yayla 2001, s. 56.
  49. ^ Goodwin 2008, s. 38.
  50. ^ a b c Uzunçarşılı 1988, s. 37.
  51. ^ Aybet 2010, s. 54.
  52. ^ Halaçoğlu 2014, ss. 48-49.
  53. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 29.
  54. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 25.
  55. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 38.
  56. ^ Aybet 2010, s. 64.
  57. ^ Aybet 2010, s. 72.
  58. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 40.
  59. ^ a b Aybet 2010, s. 75.
  60. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 41.
  61. ^ Çelik 2012, s. 369.
  62. ^ Aybet 2010, s. 73.
  63. ^ a b Goodwin 2008, s. 88.
  64. ^ Doğan 2014, s. 145.
  65. ^ Aybet 2010, s. 74.
  66. ^ a b Yılmaz 1984, s. 119.
  67. ^ a b Özcan 1992, s. 302.
  68. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 61.
  69. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 61-62.
  70. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 62.
  71. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 62-63.
  72. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 63.
  73. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 65.
  74. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 64.
  75. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 66-67.
  76. ^ a b c Uzunçarşılı 1988, s. 68.
  77. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 67-68.
  78. ^ a b Aybet 2010, s. 83.
  79. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 67.
  80. ^ a b Aybet 2010, s. 84.
  81. ^ a b Aybet 2010, s. 85.
  82. ^ Aybet 2010, ss. 84-85.
  83. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 70.
  84. ^ Beydilli 2013, s. 454.
  85. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 35.
  86. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 36.
  87. ^ a b Aybet 2010, s. 66.
  88. ^ a b c Uzunçarşılı 1988, s. 51.
  89. ^ a b Aybet 2010, s. 68.
  90. ^ a b İlgürel 1988, s. 325.
  91. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 50.
  92. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 48.
  93. ^ a b c d e Aybet 2010, s. 67.
  94. ^ a b c d Uzunçarşılı 1988, s. 49.
  95. ^ Aybet 2010, s. 67-68.
  96. ^ İnalcık 2017b, s. 90.
  97. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 81.
  98. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 79.
  99. ^ Aybet 2010, ss. 78-79.
  100. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 80.
  101. ^ Aybet 2010, s. 79.
  102. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 56.
  103. ^ Aybet 2010, s. 82.
  104. ^ a b Uzunçarşılı 1988, s. 43.
  105. ^ a b Aybet 2010, s. 69.
  106. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 44.
  107. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 44-45.
  108. ^ Uzunçarşılı 1988, s. 45.
  109. ^ Aybet 2010, s. 71.
  110. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 45-46.
  111. ^ a b Aybet 2010, s. 70.
  112. ^ a b c d Uzunçarşılı 1988, s. 46.
  113. ^ Uzunçarşılı 1988, ss. 46-47.
Genel