İçeriğe atla

Kullanıcı:Huseyinhalil

Vikipedi, özgür ansiklopedi

"ŞEHADET" KELİMESİNİN SEMANTİĞİ[değiştir | kaynağı değiştir]

Şehâdet (شهادة ) kelimesi saâdet (سعادة) vezninde olup bir nesnenin hakîkatini kat’î olarak bilmek manasındadır. Araplar arasında kat’î bir haber verildiğinde "شَهِدَالرجلُ" denilir. Fakat kolaylık olsun diye "شَهْدُ الرجل" şeklinde “ha” nın sükûnuyla da söylenir. Buradaki “şehâdet” kesin bilgi manasındadır.[1] Kelimenin aslı شَهِدَ, mastarı شهود veya شهادة dir. Bu iki mastar sözlükte, hazır bulunmak, müşâhade etmek, şâhitlik yapmak, haber vermek, bilmek ve açıklamak gibi anlamalara gelir. Ancak “şuhûd” masdarı, daha çok mücerred bir hazır bulunmayı ifâde ettiği halde; “şehâdet” masdarı ise hazır bulunduğu olayı anlayıp bellemek, anlamaına gelir. Bu müşâhade görmeye (basara) dayalı olduğu gibi, basirete de dayalı olabilir. İsfehânî’nin deyişiyle şehâdetin tanımı şudur: الشَّهَادَة الحضُورُ مع المُشَاهَدة اِمَّا بالبصر او بالبصيرة : “Şehâdet, İster gözle görmek şeklinde olsun, ister idrak sûuretiyle olsun, hazır bulunduğu meselenin künhünü anlamaktır.”[2] Muzârisi يشْهَدُ şeklinde dördüncü babdan gelir[3]. Fakat Zebîdî’nin ve Âsım Efendi’nin eserlerinde "شَهُدَ" "يَشْهُدُ" şeklinde beşinci babdan geldiğini de görmekteyiz. Onların bildirdiğine göre, orta harfi boğaz harflerinden olan "شهد" "رحم" "رغف"gibi kelimeler hem dördüncü hem hem beşinci babadan gelebilir.

===
"شَهِدَ" KÖKÜNÜN MANALARI: === 1- عَلِمَ “Bildi” manasındadır. Munzirî, Ahmet b. Yahya’ya "[شَهِد اللهُ اَنَّهُ لَا اِلهَ اِلَّا اللهُ [4 ayetinin manasını sormuş. O da: “ "شَهِدَ اللهُ" ifadesinin geçtiği her yer "عَلِمَ الله" manasına gelir.” diye cevap vermiştir.[5] İlmi her şeyi kuşatan kimse için “şehit” denirken, hakkında ilim sahibi olduğu şeyi açıklayana da bu manada “şâhit” denir. Ebû Bekir ibnu’l-Enbârî diyor ki : “ Müezzinin "اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلهَ الَّا الله" “Ben şâhitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.” İfadesi "اَعْلَمُ اَنْ لَا الَه الله و اُبَيِّنُ اَنْ لَا ِالهَ الا الله" manasındadır. Yine "اَشْهَد انَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ الله" “Ben şâhitlik ederim ki hz.Muhammed Allah’ın elçisidir.” İfadesi "اَعْلَمُ اَنَّ محمدا رسول الله" manasındadır.[6]

2- قَال “Dedi” manasındadır. İbnu’l-A’râbî "شَهِدَ اللهُ انه لا اله الا الله" “Allah’tan başka ilah olmadığına Allah şâhitlik eder.” ayetinin manasının قَال الله “Allah dedi” şeklinde olduğunu söylemiştir.[7]

3- كَتَبَ “Yazdı” manasındadır. كتب  ve قال kelimeleri شَهِدَ’ nin lâzimî manalarıdır.[8]عَلِمَ ise  شَهِدَ’nin asıl manasıdır.

4- بَيَّنَ “Açıkladı” manasındadır. Ebû Bekir b. el-Enbâri’ye göre "شَهِدَ اللهُ انه لا اله الا الله"  ayeti "بَيَّنَ الله انه لا اله الا الله"  manasındadır.[9]

5- بَيَّنَ-عَلِمَ “Bildi ve açıkladı” manasındadır. Ebû Ubeyde’ye göre شَهِدَ اللهُ :عَلِمَ الله و بين الله manasındadır. Çünkü şâhid bildiğini açıklayan manasındadır.[10]

6- بَيَّنَ-أعْلَمَ “Bildirdi, açıkladı” manalarındadır. Âlimlere göre"شَهِدَ اللهُ انه لا اله الا الله" ayetinin manası "بين"  ve "اعْلَمَ" manalarındadır. Tıpkı hâkimin huzurunda hakkın kimin lehinde veya aleyhinde olduğunu açıklayan kimse için "شَهِدَ فُلَانٌ عِنْدَ القَاضِي" denilmesi gibi.[11]

7- أظْهَرَ-بَيَّنَ “Açıkladı ve ortaya çıkardı (izhar etti)” manalarındadır. Ebu’l-Abbâs Ahmet b. Yahya’ya göre "شَهِدَ اللهُ" ifadesi "بين الله و أظهر الله " manalarındadır. Hâkimin huzurunda bildiğini izhar eden kimse için halk arasında " شَهِدَ الشاهد عند القاضي" ifadesi kullanılır."شَهِدَ" kelimesinin bir şeyi izhar etmek manasına geldiğinin delili "شَاهِدِينَ عَلَي اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِ" “kendi küfürlerine şâhitlik ettikleri halde…”[12] âyeti kerimesidir. Burada kendi küfürlerine şâhitlik etmekten kasıt önce peygambere ittiba edip sonra muhalif olmalarıdır. Bu yaptıkları davranış onların küfürlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yoksa onlar açık açık “biz kâfiriz” demediler.[13]

8- قَضَي “Hüküm verdi” manasındadır. Bu görüş Ebû Ubeyde’den nakledilir. Ona göre "شَهِدَ اللهُ انه لا اله الا الله" ifadesi "قضي الله" manasındadır. Bunun hakîkati de Allah bildi ve açıkladı anlamındadır. Zîra şâhit bildiğini açıklayan kimsedir. Allah kimsenin güç yetiremediği şeyleri yaratmakla kendi vahdetinin hakîkatini mahlûkâta beyan etmiştir.[14]

 9- حَلَفَ “Yemin etti” manasındadır. Araplar arasında kullanılan "اِشْهَدْ بكذا" “bir şeye yemin et” anlamındadır.[15] Kur’ân-ıKerim’de geçen وَالَّذِينَ يَرْمُونَ أَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُن لَّهُمْ شُهَدَاء إِلَّا أَنفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ أَحَدِهِمْ أَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللَّهِ إِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقِينَ “Kendi eşlerine (zinâ suçu) atan ve kendileri dışında şâhidleri bulunmayanlar ise, onlardan da her birinin şâhidliği, Allah adına dört (kere yemin) ile kendisinin hiç şüphesiz doğru söyleyenlerden olduğuna şâhidlik etmektir.” ayeti kerimesindeki شَهَادَة kelimesi yemin manasındadır.[16]

10- حَضَرَ “Hazır oldu” manasındadır. "...اِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَان مَشْهُودًا" “…Sabah namazı şâhit olunan namazdır.” Ayetindeki مشهود kelimesi hazır olma manasındadır. Yani gece ve gündüz melekleri sabah namazında hazır bulunurlar. “Ş-h-d” kökünün bir yerde hazır bulunma manasına benzer olarak, şehirde bulunup seferi olmama anlamı da vardır. Ferra’ya göre "فمن شهد منكم الشهر فايصمه" “sizden kim o aya şâhit olursa oruç tutsun” ayeti "فمن شَهِدَ منكم المصرَ في الشهر" “sizden kim o ayda şehirde hazır bulunursa…” manasına gelir.[17]

11- أخْبَرَ “Haber verme” manasındadır. Lisânu’l-Arab’da açıklandığına göre şehâdetin aslı gördüğünü haber vermektir.[18]


KAYNAKÇA

[1]ÂsımEfendî, Ebû’l-Kemal Ahmed (ö. 1235/ 1819), el-Ûkyânûsu’l-Besîd fî Tercemeti’l-Kâmûsi’l-Muhît, Matbaatu’l-Bahriyye,  University of Toronto Library, Kanada, 1305/1887, c. I, s. 1180; el-Hakîm, Suad, İbnû’l-Arabî Sözlüğü, trc.Ekrem Demirli, Kabalcı Yay., İstanbul, 2005, s.578

[2]el-İsfehânî, Hüseyin b. Muhammed er-Râgıb(ö.502/1108), el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, tah. ed-Dirâsât ve’l-Buhûs Merkezi, Mektebetu Nezâru Mustafâ el-Bâz, ts, I, s.352

[3]Âsım Efendi, a.g.e, I, 1180; İbnManzûr, Ebu’l-Fazl Cemâlüddin Muhammed b. Mükerrem b. Ali b. Ahmet el-Ensârî er-Rüveyfî el-İfrîkî el-Mısrî (ö.711/1311), Lisânu’l-‘Arab, tah. Ahmet Fâris (Sâhibu’l-Cevâid) Dâru Sâdır, Beyrut, 1300/1882, III, 238-243; el-Cevherî, Ebû Nasr İsmâ’îl b. Hammâd, (ö.393/1003) es-SıhâhTâcü’l-Lüğa ve Sıhâhu’l- ‘Arabiyye, tah. Ahmet Abdülğafûr Attâr, 4.bs.,Dâru’l-‘İlmi li’l-Melâyîn, Beyrut, 1990, II, s.494-495; el-Ezherî, Ebû Mansur Muhammed b. Ahmet (ö.370/980), Tehzîbu’l-Luğa,tah. Muhammed Abdulmunim Hufacî – Muhammed Fercu’l-Ukde, 1.bs., Daru’l-Mısriyyeli’t-Te’lîf  ve’t-Terceme, Kahire, 1964-67, VI, s.73-78; Arap Dili Komisyonu, el-Mu’cemu’l-Vasît,  4.bs., Mektebetu Şurûgi’d-Devliyye, Kahire, 2003, s.497; er-Râgıp, a.g.e. I, s.352-355; ez-Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Ahmet (ö.538/1143), Esâsu’l-Belâğa, tah. Muhammed Bâsil ‘Uyûnu’s-Sûd, 1.bs., Dâru’l-Kütubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, I, s.527; ez-Zebîdî, Muhammed Murtazâ Hüseynî (ö.893/1487), Tâcu’l-‘Arûs min Cevâhirî Kâmûs, tah. Doktor Abdulaziz, 2.bs., Matbaatu Hukumeti’l-Kuveyt, 1994, VIII, s. 252-261; el-Fîrûzabâdî, Ebû’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kub b. Muhammed (ö.817/1415), el-Kâmûsu’l-Muhît, tah. Mektebu Tahkîki Turâsi fî Müesseseti’r-Risâle, 8.bs., Müessesetü’r Risâle, Beyrut, 2005, I, s.292; el-Bustâni, Butrus, Muhîtu’l-Muhît, tah. Dâiretu Me’âcim, Mektebetu Lübnan, Beyrut, 1987, s.485; Ebû’l-Hüseyin Ahmet b. Faris b. Zekeriya, Makâyîsu’l-Lüğa, tah. Abdusselam Muhammed Harun, Daru’l-Fikr, III, s.221; Kal‘aci, Muhammed Ravvas, Mu’cemuLüğati’l-Fukaha, 2.bs.,  Daru’n-Nefâis, Beyrut, 1988, s.199-200

[4] Âl-i İmrân 3/18

[5] el-Ezherî, a.g.e., VI, 72-73

[6] İbnManzûr, a.g.e., III, 239; el-Hakîm, a.g.e., s.578

[7] İbnManzûr, a.g.e., III, 239; el-Ezherî, a.g.e., VI, 72-73

[8]Âsım Efendi, a.g.e., I, 1180; el-Ezherî, a.g.e., VI, 72-73           

[9] el-Ezherî, a.g.e., VI, 73

[10] İbn Manzûr, a.g.e., III, 239

[11] Ebü’l-Hüseyn Ahmed b. Fâris, Mu’cemü mekâyîsi’l-Lüğa, III, 221.

[12] Tevbe 9/17

[13] el-Ezherî, a.g.e., VI, 73

[14]el-Ezherî, a.g.e., VI, 73

[15]el-Cevherî, a.g.e., II, 494

[16]İbnManzûr, a.g.e., III, 240

[17]el-Ezherî, a.g.e., VI, 77; İbn Manzûr, a.g.e., III, 239; el-Hakîm, a.g.e., 578

[18]İbn Manzûr, a.g.e., III, 239